Friday 25 February 2011

Bir Betul Geldi Gecti Sydney'den...

Soyle bir baktim da, ortalama ayda 2, yani 15 gunde bir blog yazmisim. Ocak ayina 1 yazinin dusmesinin tek sebebi sanirim Betul oldu :) hahah Nazli geldikten sonra bile yazilara devam ettik. Ancak o Betul var ya Betuuul…. :)

Onlar gittikten sonra icimiz burkuldu, 1 odali evimiz bize 3 odali geliverdi. Zaten Nazli’ya pek alismistik, son hafta Betul’unde gelisi 3 ayin zirvesine cikardi bizi. Bilenler bilir, ben bazi kisilerle ziyadesiyle cosar, geyikte sinir tanimam. Iste o bilenlerin, kacirdiklari icin cok uzulecegi guzellikte 1 hafta gecirdik. Sadece bana degil, muhtesem esime de bana olanlardan oldu :)

Betul’e super yogun bir plan yaparak, ona ne kadar genc ve enerjik oldugunu hatirlattik :) Sabah erkenden kaldirdik, gece gec saatte uyuttuk. Yemediginin icmediginin kalmamasina dikkat ettik. Sunu da soylemeden edemegecegim, arkadasimiz cok uyumluydu. Onun icin gene gelmesini istiyoruz, ama bu sefer diger yarisiyla…


Gelis saati sabaha denk geldigi ve hafta icine dustugu icin, havaalanina ben gittim karsiladim kendisini. Tabi gene karmasik duygular yasadim. Yanliz basina birini karsilamak, cok dusunmeler, arkadasinin koseden valizlerle donup seni gordugu ani dramatize edip heyecanlanmalarla geciyormus. Sonunda kavusup eve gelmek uzere yola koyulduk. Betul’u, evde cayi demlemis Nazo’ya teslim ettikten sonra ben ofise dondum. Aksam herkesi Opera Binasinda gordugumde gozleri yorgun bakan bir Betul vardi aralarinda.









Bu bir haftalik gezinin her anini anlatmak mumkun degil ancak, Bondi Beach’te Sydney’in en sicak gunlerinden birinde, neredeyse 1 saate yakin suda kalarak, dalgalarla bogusmamiz benim icin en eglenceli anlardan biriydi. Ardindan yuruyus yaptik Tamarama’ya dogru. Durup yemek yedigimiz yerde, yorgunluktan bayilacaktik, istakoz gibi kizarmaya yakin ve actik…









Baska bir gun de, Nazli ile gittigimizde Gurol’un ayakkabilari uygun olmadigi icin alinmadigimiz Astral Bar’a gitmeyi istedik. StarCity’nin tepesindeki bar’dan manzara cok etkileyiciydi. Her ikisine de bu guzelligi gosterecegimiz icin heyecanliydik. Fakat bu bar’da bir ugursuzluk mu vardir nedir… insaat calismasi yapildigi icin en ust kat ve dolayisi ile bar da kapaliydi. Biz de ac karnina casino’da biralari gumledik mideye… olsun o da guzeldi.



















Illa tepelere cikacaktik ya, sondan bir onceki gunde, bizim Kova diye adlandirdigimiz, gercekte adi Sydney Tower olan sehrin en yuksek barina ciktik bizde. Ankara’daki Atakule’nin donen restoraninin tipkisinin, daha hizli doneniydi bu kova.




















Denizde hasatimizin ciktigi gunun aksamina, SurryHills'deki Vietnam Restoranina gitmeyi planlamistik. Burda BYO (Bring Your Own) denen bir adet var. Yani, restoran diyor ki, istersen bende sana icki veririm ama ickini getirirsen de olur. Bazi yerlerin icki satma izni olmadigi icin, kibarca " biz satamiyoruz, ama siz alkolik bir memleketsiniz, kendiniz getirin" :) diyor. Biz sahsimiza, alkolik degiliz ama bir sise sarabimizi alalim, gecenin tadini cikaralim dedik. Her zaman gittigimiz restoranin, bu sefer biraz daha agir servis yapacagi tutmasin mi... oh yanaklar bir kirmizi, kafalar bir hos oldu ki sormayin. Zaten sevdigimiz Vietnam mutfagi, daha da lezzetlendi.









Camp Fire (Kamp Atesi) yemegi ile gonullerimiz senlendi. Bu yemek, atesli gelen bir tabakta biftek ya da tavugun, Vietnam usulu soslarla pisirilmesinden olusuyor. Yaninda bol yesillik ve sicak suyla islatilarak yumusayan rice paper (pirinc kagidi) ile geliyor. Pirinc kagidini, masada duran sicak suya batirip tabagimiza aldiktan sonra, yesillik, et ve ozel sosu bu kagida koyup, durum gibi sariyor ve afiyetle yiyoruz :) Kafalar guzelken 10 parmak sariliyor valla kamp atesi :P Cok keyifli sohbetimizi orda bitirmedik ve ev giderken yol ustundeki bir barda durakladik. Iste bizim barmen Dylan ile Betul'un ilk temasi burda "Wassss yooorrr neeeeyyymmm?" cumlesiyle basladi, sonraki gunlerde dillere pelesenk oldu. Size sevimli barmenin cektigi fotomuzu gururla sunariz!


Hersey iyidi hostu da… ah su ayriliklar olmasa. Anladik ki, ziyaretcilerin gelisi bizi sevindirdigi kadar, donusleri de uzuyor. Icimizdeki burukluk, TR’den buraya gelirken, 1 hafta oncesinde baslayan, ucaga bindikten sonra bile devam eden duyguyla benzesti. Burda mutluyuz, hayattan zevk aliyoruz, stresimiz daha az.. ah bi de ozlemesek, bi de yol- yolculuk daha basit olsa…








 
Bakmayin siz bize,
Raziyiz biz gelenler giderken uzulmeye,
Burda gecirilecek 1 hafta -10 gun sizinle
Bedel oluyor her cesit uzuntuye..

Bu yaziya da "hoppa tey tey" diyerek noktayi koyuyorum, hep salincakta kalin...